2770759
top of page

RUHSAL DENGE

Güncelleme tarihi: 20 Eyl 2021

Yüce Allah buyuruyor:

Göğü O (Allah) yüceltti ve (her şey için bir) ölçü (denge) koydu. Sakın ölçüde taşkınlık etmeyin (dengeyi bozmayın). (Rahmân, 7-8)

Atomun çekirdeği etrafında dönen elektronlardan, belirli bir merkezin etrafında dönen yıldızlara ve galaksilere kadar her şey için genel bir denge koyan Allah (c.c.), akıllı ve bilinçli varlıklar için de ruhsal dengeler kurmuş ve “Sakın ölçüde taşkınlık etmeyin (dengeyi bozmayın)” buyruğu ile ruhsal dengenin korunmasını emretmiştir.

Ruhsal dengeyi korumanın önemi

Yüce Allah buyuruyor:

Kim azgınlık eder (günahlara dalıp ruhsal dengeyi bozar) ve dünya hayatını âhirete tercih ederse, kuşkusuz onun varacağı yer alevli ateş (cehennem) dir.

Kim de Rabbinin mâkamından (hesap vermekten) korkar ve nefsini kötü isteklerinden engeller (ruhsal dengeyi korur) sa, kuşkusuz onun varacağı yer de cennettir. (Nâzi'ât, 37-41)

Azgınlık edip ilâhî emirlerin dışına çıkanlar, her çeşit günahları açıkça işleyenler ve dünya ile âhiret yararı çatışınca, geçici dünya hayatını âhirete tercih edip ruhsal dengesini bozanlar, mahşer yerindeki sorgulamadan sonra alevli ateşlere (cehenneme) atılacak ve orada cezalarını çekecekler.

Mahşer yerinde Allah'ın huzurunda dikilip hesap vermekten korkanlar ve bu nedenle dünyada nefislerinin harama yönelik isteklerine direnip engelleyenler de mahşer yerindeki sorgulamadan sonra o güzelim cennetlere girecek ve orada sürekli mutlu yaşayacaklar.

Ruhsal denge bozulursa ne olur?

Melekler gibi Allah'ın (c.c.) sadece bir OL emri ile yaratılan, insanların gerçek, kalıtsal kişiliği ve bedenlerin hayat kaynağı olan Ruh irade gücü üzerinde egemen olursa,

Dünyadaki tüm insanlar, melekler gibi sakin, uyumlu, huzurlu, mutlu olur ve dünya hayatı âdeta cennet hayatına dönüşür.

Ne yazık ki bedensel yapımızdaki öfke, şehvet, onur ve benlik gibi duygulardan oluşan ve adına nefis denilen güç, ruhun egemenliğini tanımayıp onunla kıyasıya mücadele eder ve irade gücü üzerinde egemen olmaya çalışır.

Nefis denilen güç, eğer irade gücü üzerinde egemen olursa, insanlar ruhsal hayattan hayvansal hayata düşer, birbiriyle boğuşur, denge-düzen bozulur ve dünya adeta cehennem hayatına dönüşür.

Yüce Allah buyuruyor:

(Yusuf dedi ki:) Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin esirgemesi hâriç, nefis şiddetle kötülüğü emreder. Kuşkusuz Rabbim çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. (Yusuf, 53)

Ruhsal denge bozulunca ve şiddetle kötülüğü emreden nefis irade gücü üzerinde egemen olunca, şehvet (cinsellik), öfke, onur, benlik, kin, kibir, kıskançlık, aşırı dünya sevgisi, gaflet, boş konuşma, gereksiz yere tartışma, kavga, dövüş, kaos, kargaşa, terör ve savaş gibi olaylar, topluma yansır ve dünya gerçekten korkunç bir cehenneme dönüşür.

Örneğin, cinsel dürtülerle ve müstehcen yayınlarla şehvet duygusu aşırı derecede uyarılan ve nefsi irade gücü üzerinde tam egemen olan bir kimse, neler yapmaz ki! Öz kız kardeşi ile gayr-i meşrû cinsel ilişkilerde bulunmaz mı? Eşini aldatıp başka kadınlarla ya da başka erkeklerle cinsel ilişkide bulunmaz mı? Çocukları kandırıp ve ırzlarına geçip, sonra onları öldürüp gizlice bir yere atmaz mı?

Değerli okurlarım!

Bir yanda her çeşit kötülüğü şiddetle emreden ve tüm insanî dengeleri bozan nefis, diğer yanda Allah'tan başka hiçbir şeyle tatmin olmayan ruh ve ikisinin arasında bocalayan insan. İşte insan olmanın, akıllı, bilinçli bir varlık olmanın ve cennete aday olmanın bedeli!

Peki, bu bedel nasıl ödenecek?

Yüce Allah buyuruyor:

Onu (nefsini kötü huylarından arındırıp) tertemiz yapan kişi mutlaka kurtuluşa ermiştir. Onu (kötülükleri ile) örten kişi de mutlaka zarara uğramıştır. (Şems, 9-10)

Nefsini öfke, şehvet, kin, kibir, haset, onur ve benlik gibi kötü huylarından arındırıp tertemiz yapan kişi mutlaka kurtuluşa ermiş, nefsini kötü huyları ile örtüp kötü huylarından arındırmayan kişi de mutlaka zarara uğramış ve cehenneme girmeyi hak etmiş demektir.

İnsan kötü huylarından arınabilir mi?

İnsanlar tarafından eğitilen en vahşi hayvanlar sirklerde çeşitli akrobasi gösterileri yaparken, özel eğitilmiş köpekler ustaca gizlenmiş uyuşturucuların yakalanmasında polise yardımcı olurken ve eğitilmiş yunus balıkları akrobatik hareketlerle sıçrayarak çemberlerin içinden geçerken,

Evrendeki en akıllı ve en bilinçli varlıklardan biri olan ve en vahşi hayvanları eğiten insan, kendini eğitemez mi? Örneğin, öfkesini hoşgörüye, kinini sevgiye, benlik tutkusunu tevâzuya (alçak gönüllülüğe) ve cimriliğini cömertliğe dönüştüremez mi?

Yeter ki bunun için öncelikle içinde bir irade oluşsun, nefsini kötü huylarından arındırmadan dünyada huzura ve âhirette cennete kavuşamayacağına inansın ve gereken gayreti göstersin!..

Yüce Allah buyuruyor:

Kim (nefsinle) cihad ederse, gerçekte kendi (yararı) için cihad etmiş olur. Kuşkusuz Allah âlemlerden müstağnîdir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur). (Ankebût, 6)

Peygamberimiz (s.a.v.), “Ceyşü'l-usre” (güçlük ordusu) denilen son ve en zorlu seferi olan Tebuk'tan dönüşünde, “Cihad-ı asgardan (küçük cihaddan), cihad-ı ekbere (büyük cihada) döndük” buyurarak, ümmetini uyarmış ve nefisle cihadın gerçekten çok güç olduğunu vurgulamıştır.

Çünkü düşmanla cihad, gerekli durumlarda yapılır ve sonu anlaşma ile sonuçlanabilir. Nefisle cihad ise havayı soluma gibi her an ve her yerde hiç kesintisiz yapılması gerektiğinden ve son nefese kadar devam edeceğinden, gerçekten çok güçtür ama havayı soluma gibi zorunludur. Çünkü insanın dünyadaki huzuru ve âhiret âlemindeki ebedî mutluluğu buna bağlıdır.

Nefisleri ile cihad edenlerle etmeyenlerin farkı

Nefisleri ile cihad etmeyenler yani nefislerinin her isteğini yerine getirenler, namaz kılıp oruç tutsalar, her yıl umreye gitseler, hacı ve hoca da olsalar, nefisleri emmâre olduğundan ibâdetlerden tat, feyiz alamaz, İslâm'ı takvâca yaşayamaz ve gönül ehli olamazlar.

Genelde sadece kendilerini beğenir, başkalarını kınar ve sürekli başkalarının kusurlarını ararlar. İslâm'ın yüzeyinde kaldıkları ve ibâdetlerden tat alamadıkları için huzuru yanlış adreslerde arar ve her çeşit sapık görüşlere açık olurlar.

Ya İslâm'ı yaşamayanlar! Onların durumu gerçekten korkunç. Çünkü onlar ekmeden biçmek, çalışmadan kazanmak ve vermeden almak isterler. Tepeden tırnağa kadar günahlara battıkları halde, sadece “Allah kerîm” der ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu hiç anmazlar.

Ancak!

Tevbe kapısı kıyâmete kadar açık olduğundan, ölüm meleği yakalarına yapışmadan önce gaflet uykusundan uyananlar ve İslâm'ı takvâca yaşayıp nefisleri ile cihad etmeye başlayanlar, kendilerini başka dünyalarda bulur ve tevbe onların can simidi olur.

Yüce Allah buyuruyor:

(Pişmanlık duyup) kendini kınayan nefse (nefs-i levvâme'ye) yemin ederim. (Kıyâme, 2)

Önce başkalarını kusurlu görüp sadece kendilerini beğenenler, şimdi herkesi iyi görüp sadece kendilerini kınar ve sadece kendi kusur ve günahlarını araştırırlar.

Ölümü, kefeni, tabutu ve mezarı sık sık hatırlayıp, nefislerinin aşırı isteklerini frenler ve az yiyip az içip midelerini çeşitli yiyecek ve çeşitli içeceklerle tıka basa doldurmazlar.

Geçmişteki günahlarını hatırlayınca, pişmanlıktan içleri yanar, gözleri ağlar ve cân-ı gönülden tevbe edip Allah'ın (c.c.) af ve mağfiretine sığınır ve Allah'ı çok çok zikir ederler.

Allah Allah diye zikir ettikçe kalpleri nurlanıp sıkıntılardan kurtulur, mânevî feyizler ve ruhsal zevklerle gönülleri huzur bulur ve ibâdetler onlar için artık mânevi bir gıda olur. Uykuları tatlı, hafif, dinlendirici, rüyaları gerçek ve melekler onlara yardımcı olur.

Usanç ve bıkkınlık yapmadan ve geri adım atmadan seyr-i sülük denilen nefisleri ile cihada (mânevî yolculuğa) devam edenler, nefs-i emmâre bataklığından kurtulup sürekli kendini kınama ve yaptığı ibâdetleri yetersiz görme mâkamı olan nefs-i levvâme'ye ulaşırlar.

Sonra!

Kendilerini kınaya kınaya ve nefisleri ile kıyasıya cihad ede ede nefs-i emmâre'nin kin, kibir, öfke, onur, benlik, ucub, kıskançlık ve dünya sevgisi gibi çirkin huylarının çoğundan arınanlar,

Gördükleri güzel rüyalara ve ufak çaplı kerâmetlere takılıp kalmadan, ölümü, kefeni, tabutu ve mezarı unutmadan Allah Allah ya da Lâ ilâhe illâllah diye zikre devam etseler, nefs-i levvâme'yi de aşıp çok tatlı ve çok feyizli olan nefs-i mülhime mâkamına ulaşırlar.

Nefsi-i mülhime, melekler aracılığı ile değil doğrudan Allah'tan (c.c.) ilham alma mâkamı olduğundan, aşk, cezbe ve ilhamlarla gizli sırların yavaş yavaş açıldığı ve olağanüstü hallerin sık sık yaşandığı bir mâkamdır.

Nefs-i mülhime mâkamındaki olağanüstü hallere ve keşfolunan gizli sırlara takılıp kalmadan Yunus Emre gibi “Bana Mevlâ gerek, Mevlâ” diye mânevî yolculuğuna devam edenler,

Nefs-i emmâre'nin bütün çirkin huylarından arınıp evliyâlık mâkamı olan nefs-i mutmeinne mâkamına ulaşır ve Allah dostlarına katılırlar.

Yüce Allah buyuruyor:

İyi biliniz ki! Allah dostlarına (dünyada, kabirde ve mahşerde) korku yoktur ve onlar hüzünlenmezler de... (Yunus, 62)

Allah dostlarına katılmak, dünyada ve âhirette her çeşit korkulardan kurtulup ebedî mutluluğa kavuşmak, kuşkusuz hepimizin hayal ettiği en yüce ve en kutsal bir mâkamdır.

Ancak!

Bu mâkama kavuşmak için öncelikle dinimizi iyi öğrenmemiz ve özellikle farzları, vâcipleri, sünnetleri, müstehabları, bid'atları, mekruhları, müfsidleri ve haramları çok iyi bilip uygulamamız ve hiç tâviz vermeden takvâca yaşamamız gerekir. Sonra,

Midemizi haram lokmadan, gözümüzü harama bakmaktan, kulaklarımızı çirkin söz, müzik ve müzikli ilâhileri dinlemekten, dilimizi yalandan, dedikodudan, gereksiz yere fazla konuşmaktan ve elimizi harama el sürmekten ve haksız yere insanlara vurmaktan sakınmamız zorunludur.

***

Ahmet Tomor Hocaefendi


AKIL NEFİS DENGESİ VE BUNALIM KONULU SOHBETİMİZ



 
 
 

Comments


  • Heyecan - Siyah Çember
  • Ahmet Tomor Fotoğraf Albümü
  • Ahmet Tomor Hocafendi Instagram
  • ATH MEDYA Facebook
  • Ahmet Tomor Hocafendi Youtube
bottom of page