2770759
top of page

ZİKİR

Güncelleme tarihi: 20 Eyl 2021

Yüce Allah buyuruyor:

Siz beni zikredin (anın) ki, ben de sizi (daraldığınız zaman) anayım ve bana şükredin, bana (nimetlerime) nankörlük etmeyin. (Bakara, 152)

Bir zamanlar ruhlar âleminde yalnızdık. Çünkü orada annemiz, babamız, evlâtlarımız, malımız, mülkümüz, giysilerimiz ve hatta çıplak bir bedenimiz bile yoktu. Ana karnına gelince çıplak bir bedenimiz ve dünyaya gelince, giysilerimiz, annemiz, babamız, kardeşlerimiz, dedelerimiz, büyük annelerimiz, amcalarımız, dayılarımız, halalarımız ve teyzelerimiz oldu.

Sonra oyuncaklarımız, arkadaşlarımız, okulumuz, sınavlarımız, işimiz ve görevimiz derken evlendik, eşimiz, yuvamız, sevgili yavrularımız, çevremiz ve dostlarımız oldu. Ancak bu fâni dünya âleminde kalıcı değiliz ki! Çünkü Allah (c.c.): “Her canlı ölümü tadacaktır” (Enbiyâ, 35) buyuruyor.

Allah'ın (c.c.) takdir ettiği vakit gelince ve ölüm meleği Azrâil (a.s.) tatlı canımızı alınca, bizi bir kefene sarıp tabuta koyacaklar ve götürüp yer altındaki karanlık bir çukura gömecekler. En yakın dostlarımız bizi karanlık kabrimizde tek başımıza yapayalnız bırakıp dönerlerken, arkalarından hüzünle bakacağız ve kabrimizde yine yalnız kalacağız.

O halde çok kısıtlı bir zaman için geldiğimiz bu fâni dünyaya aldanmayalım. Bizi kabrimizde yalnız bırakıp gidecek olan dostlarımıza ve yakın çevremize güvenmeyelim. Gece-gündüz demeden hırsla çalışıp kazandığımız mallarımız da dünyada kalacağına ve kabirde işimize yaramayacağına göre malım, mülküm var diye böbürlenmeyelim!

Atalarımız ne güzel demişler. “Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi? Mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen oyalan”.

Peki ne yapalım?

Dünyaya gelmeden önce ruhlar âleminde sadece bir Rabbimiz vardı. Sayılı nefeslerimiz tükenip bu fâni dünyadan berzah (kabir) âlemine gidince yine sadece bir Rabbimiz olacağına göre, sadece O'na kulluk edelim, sadece O'na güvenelim ve cân-ı gönülden O'nu çok çok zikir edelim.

Çünkü Allah (c.c.) buyuruyor: “Siz beni (dünyada çok) zikredin (anın) ki, ben de sizi (kabrinizde yalnız kaldığınız zaman) anayım”.

Yani rahmetimle günahlarınızı bağışlayıp kabrinizi nurlandırayım ve cennet bahçesine dönüştüreyim. Dünyada yapmış olduğunuz sâlih amellerinizi (ibâdetlerinizi) kabrinizde size arkadaş edeyim.

Zikir edenler ve gâfiller

Yüce Allah buyuruyor:

Sabah-akşam yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden içinden Rabbini zikret. Sakın (Rabbini unutan) gâfillerden olma! (A'râf, 205)

Geçici dünya zevklerine dalan ve Rabbini unutan gâfillerden olmamak için sabah-akşam yani her zaman ve her yerde rahmetini umarak, azabından korkarak ve bağırıp çağırmadan alçak sesle Allah Allah diye güzel Rabbimizi zikredelim ve gönlümüzü nurlandıralım.

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Rabbini zikir edenle zikir etmeyenin farkı, ölü ile diri arasındaki fark gibidir. (Buhârî)

Rabbini zikreden mü'minler mânevî açıdan diri ve Rabbini zikretmeyen gâfiller mânevî açıdan ölü konumunda olduğundan, Peygamberimiz (s.a.v.) “Rabbini zikir edenle zikir etmeyenin farkı, ölü ile diri arasındaki fark gibidir” buyurarak, gâfillerin cansız birer kadavra olduğunu vurguluyor.

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Îmanınızı “lâ ilâhe illâllah” ile yenileyin. (Ahmed İbni Hanbel-Hâkim)

Âşık Yunus Emre'nin “Yunus, sen bu dünyaya niye geldin, gece-gündüz hakkı (Allah'ı) zikretsin dilin” dediği gibi biz de kendimizi sorgulayalım ve “lâ ilâhe illâllah” zikri ile îmanımızı sürekli yenileyelim.

Zikrin sayısı

Yüce Allah buyuruyor:

Ey îman edenler! Allah'ı çok zikir edin. Ve O'nu sabah-akşam (sübhânallah diye) tesbih edin. (Ahzâb, 41-42)

Allah (c.c.) “çok zikir edin” buyurduğuna göre zikir de aşırılık olmayacağından, herkes dilediği ve tatmin oluncaya kadar Rabbini zikreder ve zâkirîn (çok zikredenler) sınıfına dahil olur.

Yüce Allah buyuruyor:

Onlar (zâkirler) ayakta iken, otururken ve yanlarına yatarken Allah'ı çok zikrederler ve göklerin, yerin yaratılışını tefekkür ederler (ve derler ki:) Ey Rabbimiz! Sen bunları boş yere yaratmadın. Seni tesbih (tenzih) ederiz, bizi ateşin azabından koru. (Âl-i İmrân, 191)

Atalarımız “İnsan sevdiğini çok anar” demişler. Rabbini cân-ı gönülden seven gerçek mü'minler de ayakta iken, yürürken, otururken ve yanlarına yatıp istirahat ederken sürekli O'nu zikrederler ve göklere, yere ibretle bakıp, “Ey Rabbimiz! Sen bunları boş yere yaratmadın. Seni tesbih (tenzih) ederiz, bizi ateşin azabından koru” diye yalvarıp dua ederler.

Zikrin genel anlamı anmak ve hatırlamak demektir. Bu nedenle bir kimsenin Allah'ın (c.c.) huzurunda olduğu bilinci ile yaptığı her ibâdete zikir denir. Örneğin; namaz kılmak zikirdir, Kur'an okumak zikirdir ve Allah korkusuyla günahlardan kaçınmak zikirdir.

Gönül dili ile Allah Allah demek, lâ ilâhe illâllah demek, sübhânallah, elhamdülillâh ve Allahu Ekber demek zikirdir. Estağfirullah diye tevbe etmek ve el açıp dua etmek zikirdir. Yeter ki ihlâs ile ve gönül dili ile olsun ve insan, Allah'ın (c.c.) huzurunda olduğunun bilincinde olsun.

Gözü, kulağı dışarıda ve gönlü başka yerlerde olduğu halde parmakları ile şak şak diye kocaman tesbih tanelerini çekmek ise zikir değil, oyalanma ve ham sofuluktur.

Zikir ve gönül

Yüce Allah buyuruyor:

Onlar, îman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle tatmin olanlardır. İyi bilin ki, kalpler ancak Allah'ın zikriyle huzur bulur. (Ra'd, 28)

Göğüs boşluğunda ve sol akciğerdeki oyuk kısmında her insanın kendi yumruğu büyüklüğünde ve çam kozalağı şeklinde bir et parçası vardır, buna kalp denir. Kanda erimiş potasyum atomunun elektronları ile çalışan kalp, kanın hareketi doğrultusunda kasılarak dolaşım sistemini yönlendirir.

Yapısı ve çalışma sistemi farklı olmakla birlikte, uçan kuştan balıklara ve sürüngenlere kadar her hayvanın kalbi vardır. Çünkü bitkiler hâriç, tüm canlıların hayatı bu kalbin çalışmasına bağlıdır.

Ancak bilinçsiz bir et parçası olan bu maddî kalbin dışında, sadece insanlara özel bir de kalb-i hakiki (gerçek kalp) denilen madde ötesi nûrânî bir kalp daha vardır ki, buna gönül denir.

Hz. Mevlâna'nın “Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün” dediği, işte bu gönüldür. Çünkü gönül insan ve insan gönül demektir. Bu nedenle insanın mânevî kimliğini ve madde ötesi kalıtsal kişiliğini âhiret âlemine taşıyacak olan, bedenin ölümü ile çürüyüp toprak maddelerine dönüşecek olan genler ve DNA lar değil, madde ötesi nûrânî varlık olan gönüldür.

Gönlün gıdası

Damar sertliği, koroner damarlarda tıkanma, daralma ve kasılma gibi nedenlerle kalbe yeterli ölçüde kan gitmeyince, zavallı kalp daralıp sıkıldığı ve sonuçta krize dönüştüğü gibi,

Günahlarla kararıp doğası bozulan ve yeterli ölçüde zikirden (mânevî gıdadan) yoksun kalan gönüller de, daralıp sıkılır ve sonuçta mânevî krize (ruhsal bunalıma) dönüşür.

Kalp krizi geçirenler, şifayı içkide, kumarda, haramda, sazlı-cazlı eğlence yerlerinde, barlarda, gazinolarda ve futbol sahalarında değil de, hastanelerde aradıkları gibi,

Gönülleri daralıp sıkılanlar ve mânevî krize (ruhsal bunalıma) girenler de şifayı haramlarda değil, mânevî hastanelerde (camilerde) arasalar ve cân-ı gönülden Allah'ı (c.c.) zikredip beş vakit namazı düzenli bir şekilde kılsalar, yavaş yavaş gönülleri doğasına ve onlar da huzura kavuşurlar. Çünkü Allah (c.c.) “İyi bilin ki, gönüller ancak Allah'ın zikriyle huzur bulur” buyuruyor.

Âhiret âlemine tertemiz bir gönülle gidebilmemiz ve kabrimizde huzur içinde yatabilmemiz için öncelikle her çeşit günahlardan sakınıp gönlümüzün doğasını koruyalım ve yaşam boyu Allah Allah ya da lâ ilâhe illâllah diye zikre devam edelim.

Gönüllerimiz Allah'ın (c.c.) zikri ile nurlanıp doğasına kavuşunca, içimiz cennet bahçelerine dönüşür ve huzur bizim günlük yaşantımız olur. Eğer gönlümüzün bu doğasını koruyarak ölürsek, kabrimiz de cennet bahçelerine dönüşür ve kabir bizim için dünya saraylarından çok daha sevimli ve çok daha feyizli olur.

Peygamberimiz (s.a.v.) in tavsiye ettiği bazı zikirler

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Zikrin en faziletlisi “lâ ilâhe illâllah” dır. (İbni Mâce-Hâkim-Taberânî)

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Kim ihlâs ile “lâ ilâhe illâllah” derse cennete girer. (Bezzâr)

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Allahu Teâlâ buyuruyor ki: “Lâ ilâhe illâllah” benim kale'mdir. Kim benim kale'me girerse, azabımdan emin olur. (Râmûzü'l-ehâdîs)

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

“Lâ ilâhe illâllah” zikrine devam edenlere, ölürken, kabirlerinde ve mahşerde korku yoktur.

Sûr üfürüldüğünde (onların) başlarından tozu silkerek ve “Allah'a hamd olsun bizden sıkıntıyı giderdi” diyerek kabirlerinden kalktıklarını görür gibiyim. (Taberânî)

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Her şeyin bir anahtarı vardır. Göklerin anahtarı da “lâ ilâhe illâllah” dır. (Taberânî)

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Kim “sübhânallahi ve bi-hamdihi” derse, cennette onun için bir hurma ağacı dikilir. (Tirmizî-İbni Mâce)

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Kim günde yüz defa “sübhânallahi ve bi-hamdihi” derse, deniz köpükleri gibi günahı olsa bile bağışlanır. (Ahmed İbni Hanbel-Tirmizî-İbni Mâce)

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Dile hafif (kolay), mîzanda ağır ve Rahman olan Allah'a sevimli olan iki kelâm vardır: “Sübhânallahi ve bi-hamdihi, sübhânallahi'l-azîm”. (Buhârî-Müslim-İbni Mâce-Tirmizî)

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

“Sübhânallahi velhamdülillâhi ve lâ ilâhe illâllahu vallahu ekber” demek, benim için üzerine güneşin doğduğu her şeyden (bütün dünya malından) daha hayırlıdır. (Müslim-Tirmizî)

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Kim on defa “lâ ilâhe illâllahu vahdehu lâ şerîke leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr” derse, İsmâil (a.s.) ın soyundan dört kimseyi âzad etmiş gibi sevap kazanır. (Buhârî-Müslim-Tirmizî)

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Kim günde yüz defa “lâ ilâhe illâllahu vahdehu lâ şerîke leh, lehü'lmülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr” derse, on köle âzâd etmiş kadar sevap kazanır. Ona yüz hasene (sevap) yazılır, yüz günahı silinir ve bu zikir ile o gün akşama kadar şeytandan korunmuş olur.

(Buhârî-Müslim-Tirmizî-İbni Mâce)

Sa'd İbni Ebû Vakkas radıyallahu anhü diyor ki:

Bir gün Resûlüllah (s.a.v.) in yanında iken bize:

“Sizden biriniz her gün bin hasene (sevap) kazanmaktan âciz midir?” diye sordu.

Yanında oturanlardan biri: “Bin haseneyi nasıl kazanır ki?” dedi.

Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu:

“Yüz defa “sübhânallah” der, ona bin hasene yazılır ya da bin günahı silinir”. (Müslim)

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Bir toplum Allah'ın evlerinden bir evde (mescidde) toplanıp, Allah'ın kitabını okur ve aralarında tedrisatını (okuma, anlama ve uygulaması ile ilgili dersler) yaparlarsa, üzerlerine sekînet (sükûnet, huzur) iner, onları rahmet kaplar ve melekler onları kuşatır. Allah da onları kendi katında bulunan (melek) lerin arasında anar. (Müslim-Tirmizî-Ebû Dâvûd-İbni Mâce)

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Sizin en hayırlınız, Kur'an'ı öğrenen ve (başkalarına) öğretendir. (Tirmizî)

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Kim Allah'ın Kitabından (Kur'an'dan) bir harf okursa, onun için bir hasene vardır ve her hasenenin karşılığı on mislidir (on sevaptır). Ben, elif lâm mîm bir harftir demiyorum. Lâkin elif bir harftir, lâm bir harftir ve mîm de bir harftir. (Tirmizî)

***

Ahmet Tomor Hocaefendi


ZİKİR VE TEFEKKÜR KONULU SOHBETİMİZ



 
 
 

Comments


  • Heyecan - Siyah Çember
  • Ahmet Tomor Fotoğraf Albümü
  • Ahmet Tomor Hocafendi Instagram
  • ATH MEDYA Facebook
  • Ahmet Tomor Hocafendi Youtube
bottom of page